Dil konusu her zaman felsefecilerin ilgisini çekmiştir.
Felsefeciler dili gerçeğe ulaşmaktaki bir araç olarak görmüşlerdir. Hatta bazı
felsefeciler dilin tamamıyla anlaşılmasının felsefi sorunları da
sonlandıracağına inanmışlardır. Felsefi bağlamda dile yaklaşım genelde anlam
üzerine yoğunlaşmıştır. İnsanlar hiçbir çaba harcamadan konuşur ve
konuştukları zaman bunu bir anlam çerçevesinde gerçekleştirirler. Dile bu
yönden bakan felsefi yaklaşımda bu anlamı neyin sağladığı incelenmeye
çalışılmıştır.
Wittgenstein'ın dil üzerine düşünceleri de anlam üzerinde
yoğunlaşmıştır. Sözcükler üzerinde yoğunlaşan Wittgenstein, sözcüğü anlamlı
kılan nedir sorusunu aramıştır. Genel olarak anlam üzerinde yoğunlaşan
Wittgenstein aslında dil ile ilgili diğer sorunlara da değinmiş ve bunlar
üzerine düşüncelerini belirtmiştir. Wittgenstein dendiği zaman akla 'iki dönem'
gelmektedir. Çünkü hayatında iki dönem vardır. Bu iki dönem fikirlerinin
birbirleriyle zıt olduğu 'iki dönem' demektir. Dil açısından bakıldığında bu dönemleri en iyi yansıtan eserler Tractatus ve Philosophical Investigations
(Felsefi Soruşturmalar)'dır. Tractatus ilk dönemini, Felsefi Soruşturmalar ise
ikinci dönemini kapsamaktadır. Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde Tractatus'te
ortaya koyduğu dil anlayışından çok farklı bir görüntü çizmektedir. Dil
anlayışı tamamıyla değişmiştir.
1889 tarihinde Viyana'da dünyaya gelen Wittgenstein
Berlin'de iki sene makine mühendisliği eğitimi almıştır. Birinci Dünya
Savaşı'nda Avusturya ordusuna yazılan Wittgenstein savaş sırasında esir
düşmüştür. Savaş sırasında da felsefi ve mantık gözlemleri yapmıştır ve
Tractatus adlı eserini 1918 senesinde kaleme almıştır. 1919'da normal hayatına
dönmüş ve felsefi ve mantık çalışmalarına daha çok ağırlık vermiştir. 1929'da
Cambridge Trinity College'da öğretim üyesi olmuştur. 1939 yılında ise Cambridge
Üniversitesi'nin felsefe kürsüsüne atandı. Hayatı boyunca savaşlardan etkilenen
filozof İkinci Dünya Savaşı sırasında da Hitler'in Avusturya'yı işgalinden
sonra İngiliz vatandaşlığına geçti. 29 Nisan 1951'de kanserden hayata gözlerini
yumdu.
Wittgenstein'ın dil anlayışı burada dört eseri ele alınarak
değerlendirilecektir. Öncelikle bu dört eseri hangileridir? Yukarda bir kısmına
değinildiği gibi öncelikle 1918 yılında kaleme aldığı Tractatus adlı eserindeki
dil ile ilgili fikirlerine değinilecek. Daha sonra, bir ara dönem ya da geçiş
dönemi olarak adlandırılabilecek 1933 yılında öğrencilerine dikte ettiği Blue
Book (Mavi Kitap) ve 1934 senesinde yine öğrencilerine dikte ettiği Brown Book
(Kahverengi Kitap) adlı eserlerindeki fikirlerine değinilecek.. Son olarak 1953 yılında mirasçıları tarafından yayınlanan Philosophical Investigations (Felsefi Soruşturmalar) adlı kitabındaki düşüncelerinden
bahsedilecektir.
Tractatus adlı eserinde Wittgenstein dilin tanımını şu
şekilde yapmaktadır; ' Tümcelerin toplamı dildir.' Burdan yola çıkarak
Wittgenstein için tümcenin dildeki en önemli unsur olduğunu çıkarabiliriz.
Zaten Tractatus'un çeşitli yerlerinde de tümceye verdiği önemi vurgulamaktadır.
Tümceleri gerçekliğin yansıması olarak görmektedir. Bunu şu şekilde dile
getirmektedir; ''Tümce gerçekliğin bir tasarımıdır, tümce gerçekliğin biz onu
nasıl düşünüyorsak, öyle bir taslağıdır.'' Tümceyi gerçekliğin bir tasarımı
olarak görmesinin nedenini de Wittgenstein şöyle açıklar, biz bir tümce
duyduğumuz ya da okuduğumuz zaman anlamı bize açıklanmaksızın o tümcenin ne
demek istediğini anlarız. Açıklanmaya gerek kalmadığı için tümceyi gerçekliğin
tasarımı olarak kabul etmeliyiz. Zaten tümcenin özünde de bize yeni bir anlam
iletebilmesi yatar. Wittgenstein çalışmasında ayrıca tümcelerin doğruluk
işlevlerine de yer vermiştir. Fakat bunları salt mantık işlemleri çerçevesinde
yapmıştır. Mantıksal terimlerle (p ise q vb.) tümcelerin doğruluk işlevlerini
kanıtlamaya çalışmıştır. Bu işlemlerden sonra şu genel sonuca ulaşmıştır: ''Tümce kendisinden sonuç olarak çıkan her tümceyi evetler.'' Tümcelerin
kendiliğinden doğruluğu taşıdığını bir başka yerde ise şu şekilde söylemektedir
Wittgenstein; '' Bize bir tümce verilmişse, onunla birlikte, onu dayanak alan
bütün doğruluk işlemlerinin sonuçları da zaten verilmiştir.'' Dilin özünde
doğruluğu arama çabası tüm Tractatus'te gözümüze çarpmaktadır. Wittgenstein
felsefesi dünyanın özünü ortaya koyma felsefesidir. Dünyanın özünü bulmak için
de başvurduğu tekşey dildir. Daha özel olarak da dil içerisindeki
tümcelerdir çünkü zaten ona göre dil tümcelerin toplamıdır. Tümcenin özünü
bulmanın dünyanın özünü bulmak olduğunu şöyle açıklar: ''Tümcenin özünü ortaya
koymak demek, bütün betimlemenin özünü ortaya koymak demektir, böylece de
dünyanın özünü.'' Wittgenstein kural ve anlam kavramlarını da birbirine bağımlı
kılmamıştır. Kural farklı anlam farklı
bir şeydir. Kurallı bir tümce anlamlı olmak zorunda değildir. Anlam bizim o
şeye bir imlem vermemize bağlıdır. İmlem
insanın varlıklara verdiği ya da onda bulduğu anlamdır. ''Olanaklı her
tümce kuralına göre kurulmuştur; bir anlamı da yoksa bu bizim onun oluşturucu
öğelerinden bazılarına imlem vermemiş
olmamızdan kaynaklanır.'' diyerek kural ve anlam olgularının farklı
olabileceğini belirtmiştir. Wittgenstein tümce içerisindeki hiyerarşiyi de
reddeder. Yani hiyerarşiye göre tümce kuramadığımızı iddia eder. Bu düşüncesini
şöyle açıklar: '' Temel tümcelerin biçimlerinin bir hiyerarşisi olamaz. Ancak
kendi kurduğumuzu öngörebiliriz.'' Buradan da hiyerarşilerin bağımsız olduğu
sonucuna ulaşır.
Wittgenstein, Tractatus'ta sık sık mantık ve dil
birlikteliğini vurgulamıştır. Aslında daha çok mantığın dile uygulanmasını
göstermiştir. Dile salt mantıksal bir çerçeveden bakmıştır. Hatta öyle ki
tümcelerin varlığını tamamen mantığa bağlamıştır. ''Hangi temel tümcelerin
var olduğunu, mantığın uygulamaları karara bağlar.'' diyerek bu düşüncesini
açıkça dile getirmiştir. Gündelik dilimizin tümcelerinin de mantıksal olarak
tamamıyla düzenli olduğunu iddia etmiştir. Aksi takdirde mantıksız tümceleri
oluşturamayacağımız kanaatindeydi. Buradan da 'mantıksal sözdizim' kavramını
ortaya atar. Mantıksal dilbilgine boyun
eğen bir im dili arayışı içerisindedir Wittgenstein. Mantıksal sözdiziminin
kuralları da kendiliğinden açık olmalıdır. Böyle düşünmesinin nedeni dili
belirsiz (ambigious) tümcelerden arındırmak istemesidir.
Tractatus'ta tekçi ve özcü anlayış hakimdir. Wittgenstein
tümcenin özünü bulma arayışı içindedir ve bu özün de mutlak surette yalın
olması gerektiğini söylemektedir. Wittgenstein
mantıksal sorunların çözümlerinin yalın olması gerektiğini belirtir,
çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar. Ona göre ''tümcenin ancak bir ve
tek bir tam çözümlemesi vardır.'' Ünlü filozof dilde farklılıklara yer vermez.
Çünkü mantığın tek bir sonucu vardır ve dile de mantık çerçevesinden
bakılmalıdır.
Wittgenstein, Tractatus'ta dünyayı ancak dilimizin sınırları
çerçevesinde anlamlandırabileceğimizi iddia eder. ''Dilimin sınırları dünyamın
sınırlarını imler.'' diyerek bu görüşünü açıkça belirtir.
Tractatus'taki düşünceleri şu şekilde özetleyebiliriz.
Wittgenstein Tractatus adlı eserinde dilde birlik ve aynılık arar. Dil ve
gerçeklik arasında bir bağ kurar bunun da tümce yoluyla olduğunu ileri sürer.
Aynı zamanda dil konusunda özcü bir anlayışa sahiptir. Dili mantık çerçevesine
oturtup bu şekilde inceler.
1933 senesinde öğrencilerine dikte ettiği Mavi Kitap adlı
eserine 'bir sözcüğün anlamı nedir?' sorusuyla başlar. Bunu iki şekilde açıklar. Birincisi sözlü tanımlama ikincisi ise
göstermeli tanımlamadır. Wittgenstein
göstermeli tanımlamayı sözlü tanımlamanın üstünde tutar. Bunu da şu şekilde
açıklar: ''Sözlü tanımlama bizi hiçbir yere götürmez. Oysa göstermeli
tanımlamada, anlamı anlamaya doğru çok daha gerçek bir adım atmış gibiyizdir.''
Yani bilinmeyen bir sözcüğün anlamını göstererek tanımlaya çalışırsak bu o
sözcüğün anlamını anlamak için daha iyi bir yoldur. Tractatus'ta tekçi bir
anlayışa sahip olan Wittgenstein bu eserinde bu anlayışını yavaş yavaş terk
ediyor. Mavi Kitap'ta birçok sözcüğün kesin anlamının olmadığını söyler. Bunun
da bir kusur oluşturmadığını iddia eder. Antik Yunan'dan beri tartışılan
sözcüğün anlamının ne olduğu konusunda da ''Sözcükler, biri onlara ne anlam
vermişse o anlama sahiptir.'' demektedir. Felsefe için kusursuz bir dil
oluşturma çabalarına karşılık da sıradan dilin bir kusurunun olmadığını ifade
etmektedir. Yani bir üst dil oluşturmaya lüzum yoktur. İkinci
dönemini oluşturan dil oyunları anlayışının temellerin de Mavi Kitap'ta görmek
mümkündür. Öncelikle dilleri bir aile birlikteliğine benzetmektedir. Bir aile
içerisinde birbirine benzeyen bireyler vardır. Kiminin burnu kiminin gözleri
birbirine benzemektedir. Fakat bu aile üyeleri için birbirinin aynısı diyebilir
miyiz? Şüphesiz diyemeyiz. Diller de bir ailenin üyeleri gibidir. Birbirine
benzer noktaları vardır lakin birbirinin aynısı olamazlar. Burada da tekçi
anlayışından uzaklaştığını açıkça görüyoruz.
Mavi Kitap'tan yaklaşık bir sene sonra dikte ettirdiği Kahverengi Kitaba, Wittgenstein dil edinimi ile ilgili fikirleriyle başlamaktadır. Kahverengi Kitap adlı eserinde 'dil oyunları' terimine daha sık rastlamaktayız. Dil oyunları ona göre sözcüklerin ve tümcelerin kullanımının çeşitli bağlamlara göre değişmesidir. Tek bir sözcük bir tümceyi anlatabilir mesela. Bunların hepsi dil oyunlarını meydana getirir. Wittgenstein çocuklara anadillerinin bu dil oyunları ile öğretildiğini öne sürer Kahverengi Kitap'ta. Ayrıca Wittgenstein dil oyunlarını ''insan iletişiminin eksiksiz sistemleri olarak görüyor.'' Dil aslında dil oyunlarından oluştuğu için dilde sınırsız sayıda dil oyunu olabilir. Kahverengi Kitap'ta Wittgenstein bu dil oyunlarına verebildiği kadar örnek vermiştir.
İki farklı dönemin arasındaki bir geçiş dönemi olarak görülebilecek Mavi ve Kahverengi Kitap'ta değişimin birtakım izlerini görmek mümkün. Fakat bu yeni düşüncelerinin tam olgunlaşması Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde olmuştur.
Felsefi Soruşturmalar'da da dilin edinimi konusundaki
fikirleri ön plana çıkmaktadır. Öncelikle dilin edinimi kavramını
kullanmaz bunun yerine 'eğitim' ve 'yetiştirmek' sözcüklerini kullanır. Wittgenstein
dilin edinimi sürecini çocuklara bakıcıları veya çevresindekilerin dili
öğretmesi olarak görmektedir. Bu fikrini şu şekilde şekillendirir: '' ...
Çocuklar bu etkinlikleri gerçekleştirmek, bu sırada bu sözcükleri kullanmak ve
karşılarındakinin sözlerine böyle tepki vermek üzere yetiştirilir.'' Bu verilen
eğitim de genellikle nesnelerin gösterimi yoluyla gerçekleşir. Çünkü nesneleri
göstererek tanıtmak sözlü tanım yapmaktan daha sağlam bir yoldur. Çocuğu dili
öğrenmesinde öğretmenin rolünü reddetmeyen Wittgenstein bu öğrenme sürecinde
çocuğun tekrar ederek öğrenmeyi pekiştirdiğini düşünür. Yani önce gösterim
sonra sözcüğün telaffuzu ve en sonunda da tekrar. İşte Wittgenstein'in 'dil
oyunu' dediği şey bu süreçleri kapsayan bir etkinliktir. Bu süreçlerin hepsi
birer dil oyunudur.
Wittgenstein'in meşhur 'alet kutusu' benzetmesini bu
eserinde daha net olarak görürüz. Sözcüklerin işlevlerini bir alet kutusundaki
aletlere benzeterek şöyle der: ''Bir alet kutusundaki aletleri
düşün: Çekiç, kerpeten, testere, tornavida, cetvel, tutkal çanağı, tutkal,
çiviler, vidalar... Bu nesnelerin işlevleri ne denli çeşitliyse, sözcüklerin
işlevleri de o denli çeşitlidir.'' Dildeki tüm durumlar, örnekler vb. dilin
aletlerinden saymak gerekir. Bu yolla karışıklıklardan kurtulabiliriz.
Tractatus'taki tekçi anlayıştan Felsefi Soruşturmalar'da dilin çeşitliliği düşüncesine geçtiğini belirtmiştik. Dildeki çeşitliliği şöyle bir örnekle açıklıyor Wittgenstein: ''Dilimiz eski bir şehir olarak görülebilir. Dar geçitler ve alanlardan, eski ve yeni evlerden, farklı dönemden eklentiler taşıyan evlerden oluşan bir labirent; çevresinde de düz ve düzenli caddeleri ve tek tip evleriyle pek çok yeni banliyo.'' Burada Wittgenstein'in vurgulamak istediği şudur; dil içinde eski ve yeni birçok unsur barındırır. Dile yeni sözcükler girebilir eski şeyler unutulabilir belli yapılar değişime uğrayabilir. Bunlar dili dil yapan unsurlardır. Bu yönüyle de dil kendi içerisinde de bir çeşitlilik arz eder. Yine aynı şekilde dilin farklılığını vurgulamak için ünlü 'oyun benzetmesini' de burada görmek mümkündür. Wittgenstein oyunları düşünmemizi ister. Mesela tahta oyunu sonra taş oyunları ya da kağıt oyunlarını. Bu oyunların hepsi birbiriyle aynı mıdır?Aslında değildir sadece benzerlikler vardır. Bir satrançla çocukların oynadığı tekerlemeli oyunlara aynıdır demek mümkün müdür? Değildir. Oyunlar birbirinin aynısı değildir sadece aralarında benzerlikler vardır. Diller de bu şekildedir. Aynı değil fakat benzerlikler vardır.
Wittgenstein Felsefi Soruştumalar ile birlikte dilin
kültürel ve sosyal boyutuyla da ilgilenmiştir. Mesela '' Bir dil tasavvur
etmek, bir yaşam biçimi tasavvur etmektir.'' demekle dilin sosyal boyutunu
vurgular. Dilin bir yaşam biçimi olduğunu yine aynı eserin bir başka yerinde şu
şekilde belirtir: '' Dil oyunu deyimi burada dilin konuşulmasının bir
etkinliğin ya da bir yaşam biçiminin bir parçası olduğunu belirgin
kılmalıdır.''
Sözcükleri nesnelerin adlandırılması olarak gören görüşe de
bir eleştiri getirmektedir Wittgenstein. Yer yer bu eserinde bu görüşe karşı
çıkmaktadır. Bir dilin sözcük haznesindeki sözcükler salt sözcük nesne
eşleştirmesi değildir. Buna şu örnekle karşı çıkmaktadır: '' Salt ünlemleri bir
düşünelim. Birinden tümüyle farklı işlevleriyle; Su!, kaç!, güzel! , hayır! bu
sözcüklere hala nesnelerin adlandırılışları demek eğiliminde misin?''
Wittgenstein'e göre bir sözcüğün anlamı ve kullanımı farklı
şeylerdir. Bir sözcüğün anlamını bilmek onun kullanımını bilmek demek değildir.
Örneğin birisine satrançta 'şahı gösterebiliriz. Fakat bu sadece satrançtaki
şahı temsil eden taşın karşıdakine tanıtılmasıdır. Oyundaki görevini ve
hamlelerini ancak açıkladığımız zaman anlamlı kılarız. Yani bir şeyin anlamını
bilmek onu nasıl kullanmamız gerektiğini bize söylemez. Ayrıca sözcüklerin
kullanımı her yandan kurallarla sınırlı değildir. Bunu şu şekilde dile
getirmektedir filozof: '' Kural, yol gösteren bir levha gibi durur orada.
Tutmam gereken yol hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmaz mı? Yanından geçtikten
sonra hangi yöne gitmem gerektiğini
caddeyi mi, patikayı mı izlemem, yoksa tarlaların içinden mi geçmem
gerektiğini gösterir mi?'' Yani sözcüklerin kullanımında kural olabilir lakin
buna her zaman harfiyen uyulması pek mümkün değildir.
Kısacası Felsefi Soruşturmalardaki düşüncelere baktığımız
zaman şunları söyleyebiliriz; dilin edimsel kullanımı ön plandadır, dili her
yönüyle kullanmak aslında bir dil oyunudur, bu dil oyununu oynamak insanın
kendisini bir kültüre yerleştirmesidir, farklılık arayışı ön plandadır. Ayrıca
dilin sosyal ve kültürel kullanımına da önem verilmiştir. Dil bir insan
etkinliğidir.
Tractatus adlı eserinde mantıkçı ve tekçi bir anlayışla dile
yaklaşan Wittgenstein geçiş dönemi sayılabilecek Mavi ve Kahverengi Kitapta
yeni düşüncelerine de yer vermiştir. Fakat bu düşüncelerinin olgunlaşmış halini
Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde görmekteyiz. Görüyoruz ki birinci dönemi
sayılan Tractatus ve ikinci dönemi olarak nitelendirilen Felsefi Soruşturmalar
adlı eserlerinde dile karşı olan tutumu bir hayli değişiklik göstermektedir.
Filozof bu eserleriyle ve düşünceleriyle de Dilbilim Felsefesine ve anlam
olgusuna çok büyük katkıda bulunmuştur.
KAYNAKÇA
1) Wittgenstein, Ludwig.2013. Tractatus
Logico-Philosophicus. (Oruç Aruoba Çev.) Metis Yayınları. İstanbul.
2) Wittgenstein, Ludwig.2011. Mavi Kitap, Kahverengi Kitap.
(Doğan Şahiner Çev.) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul.
3) Wittgenstein, Ludwig. 2014. Felsefi Soruşturmalar. (Haluk
Barışcan Çev.) Metis Yayınları. İstanbul.
4) Altuğ, Taylan. 2013. Dile Gelen Felsefe. Yapı Kredi
Yayınları. İstanbul.
WITTGENSTEIN'IN DİL ANLAYIŞI