23 Ocak 2015 Cuma

WITTGENSTEIN'IN DİL ANLAYIŞI


Dil konusu her zaman felsefecilerin ilgisini çekmiştir. Felsefeciler dili gerçeğe ulaşmaktaki bir araç olarak görmüşlerdir. Hatta bazı felsefeciler dilin tamamıyla anlaşılmasının felsefi sorunları da sonlandıracağına inanmışlardır. Felsefi bağlamda dile yaklaşım genelde anlam üzerine yoğunlaşmıştır. İnsanlar hiçbir çaba harcamadan konuşur ve konuştukları zaman bunu bir anlam çerçevesinde gerçekleştirirler. Dile bu yönden bakan felsefi yaklaşımda bu anlamı neyin sağladığı incelenmeye çalışılmıştır.

Wittgenstein'ın dil üzerine düşünceleri de anlam üzerinde yoğunlaşmıştır. Sözcükler üzerinde yoğunlaşan Wittgenstein, sözcüğü anlamlı kılan nedir sorusunu aramıştır. Genel olarak anlam üzerinde yoğunlaşan Wittgenstein aslında dil ile ilgili diğer sorunlara da değinmiş ve bunlar üzerine düşüncelerini belirtmiştir. Wittgenstein dendiği zaman akla 'iki dönem' gelmektedir. Çünkü hayatında iki dönem vardır. Bu iki dönem fikirlerinin birbirleriyle zıt olduğu 'iki dönem' demektir. Dil açısından bakıldığında bu dönemleri en iyi yansıtan eserler Tractatus ve Philosophical Investigations (Felsefi Soruşturmalar)'dır. Tractatus ilk dönemini, Felsefi Soruşturmalar ise ikinci dönemini kapsamaktadır. Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde Tractatus'te ortaya koyduğu dil anlayışından çok farklı bir görüntü çizmektedir. Dil anlayışı tamamıyla değişmiştir.

1889 tarihinde Viyana'da dünyaya gelen Wittgenstein Berlin'de iki sene makine mühendisliği eğitimi almıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda Avusturya ordusuna yazılan Wittgenstein savaş sırasında esir düşmüştür. Savaş sırasında da felsefi ve mantık gözlemleri yapmıştır ve Tractatus adlı eserini 1918 senesinde kaleme almıştır. 1919'da normal hayatına dönmüş ve felsefi ve mantık çalışmalarına daha çok ağırlık vermiştir. 1929'da Cambridge Trinity College'da öğretim üyesi olmuştur. 1939 yılında ise Cambridge Üniversitesi'nin felsefe kürsüsüne atandı. Hayatı boyunca savaşlardan etkilenen filozof İkinci Dünya Savaşı sırasında da Hitler'in Avusturya'yı işgalinden sonra İngiliz vatandaşlığına geçti. 29 Nisan 1951'de kanserden hayata gözlerini yumdu.

Wittgenstein'ın dil anlayışı burada dört eseri ele alınarak değerlendirilecektir. Öncelikle bu dört eseri hangileridir? Yukarda bir kısmına değinildiği gibi öncelikle 1918 yılında kaleme aldığı Tractatus adlı eserindeki dil ile ilgili fikirlerine değinilecek. Daha sonra, bir ara dönem ya da geçiş dönemi olarak adlandırılabilecek 1933 yılında öğrencilerine dikte ettiği Blue Book (Mavi Kitap) ve 1934 senesinde yine öğrencilerine dikte ettiği Brown Book (Kahverengi Kitap) adlı eserlerindeki fikirlerine değinilecek..  Son olarak 1953 yılında mirasçıları tarafından yayınlanan Philosophical Investigations (Felsefi Soruşturmalar) adlı kitabındaki düşüncelerinden bahsedilecektir.

Tractatus adlı eserinde Wittgenstein dilin tanımını şu şekilde yapmaktadır; ' Tümcelerin toplamı dildir.' Burdan yola çıkarak Wittgenstein için tümcenin dildeki en önemli unsur olduğunu çıkarabiliriz. Zaten Tractatus'un çeşitli yerlerinde de tümceye verdiği önemi vurgulamaktadır. Tümceleri gerçekliğin yansıması olarak görmektedir. Bunu şu şekilde dile getirmektedir; ''Tümce gerçekliğin bir tasarımıdır, tümce gerçekliğin biz onu nasıl düşünüyorsak, öyle bir taslağıdır.'' Tümceyi gerçekliğin bir tasarımı olarak görmesinin nedenini de Wittgenstein şöyle açıklar, biz bir tümce duyduğumuz ya da okuduğumuz zaman anlamı bize açıklanmaksızın o tümcenin ne demek istediğini anlarız. Açıklanmaya gerek kalmadığı için tümceyi gerçekliğin tasarımı olarak kabul etmeliyiz. Zaten tümcenin özünde de bize yeni bir anlam iletebilmesi yatar. Wittgenstein çalışmasında ayrıca tümcelerin doğruluk işlevlerine de yer vermiştir. Fakat bunları salt mantık işlemleri çerçevesinde yapmıştır. Mantıksal terimlerle (p ise q vb.) tümcelerin doğruluk işlevlerini kanıtlamaya çalışmıştır. Bu işlemlerden sonra şu genel sonuca ulaşmıştır: ''Tümce kendisinden sonuç olarak çıkan her tümceyi evetler.'' Tümcelerin kendiliğinden doğruluğu taşıdığını bir başka yerde ise şu şekilde söylemektedir Wittgenstein; '' Bize bir tümce verilmişse, onunla birlikte, onu dayanak alan bütün doğruluk işlemlerinin sonuçları da zaten verilmiştir.'' Dilin özünde doğruluğu arama çabası tüm Tractatus'te gözümüze çarpmaktadır. Wittgenstein felsefesi dünyanın özünü ortaya koyma felsefesidir. Dünyanın özünü bulmak için de başvurduğu tekşey dildir. Daha özel olarak da dil içerisindeki tümcelerdir çünkü zaten ona göre dil tümcelerin toplamıdır. Tümcenin özünü bulmanın dünyanın özünü bulmak olduğunu şöyle açıklar: ''Tümcenin özünü ortaya koymak demek, bütün betimlemenin özünü ortaya koymak demektir, böylece de dünyanın özünü.'' Wittgenstein kural ve anlam kavramlarını da birbirine bağımlı kılmamıştır.  Kural farklı anlam farklı bir şeydir. Kurallı bir tümce anlamlı olmak zorunda değildir. Anlam bizim o şeye bir imlem vermemize bağlıdır. İmlem  insanın varlıklara verdiği ya da onda bulduğu anlamdır. ''Olanaklı her tümce kuralına göre kurulmuştur; bir anlamı da yoksa bu bizim onun oluşturucu öğelerinden bazılarına imlem  vermemiş olmamızdan kaynaklanır.'' diyerek kural ve anlam olgularının farklı olabileceğini belirtmiştir. Wittgenstein tümce içerisindeki hiyerarşiyi de reddeder. Yani hiyerarşiye göre tümce kuramadığımızı iddia eder. Bu düşüncesini şöyle açıklar: '' Temel tümcelerin biçimlerinin bir hiyerarşisi olamaz. Ancak kendi kurduğumuzu öngörebiliriz.'' Buradan da hiyerarşilerin bağımsız olduğu sonucuna ulaşır.

Wittgenstein, Tractatus'ta sık sık mantık ve dil birlikteliğini vurgulamıştır. Aslında daha çok mantığın dile uygulanmasını göstermiştir. Dile salt mantıksal bir çerçeveden bakmıştır. Hatta öyle ki tümcelerin varlığını tamamen mantığa bağlamıştır. ''Hangi temel tümcelerin var olduğunu, mantığın uygulamaları karara bağlar.'' diyerek bu düşüncesini açıkça dile getirmiştir. Gündelik dilimizin tümcelerinin de mantıksal olarak tamamıyla düzenli olduğunu iddia etmiştir. Aksi takdirde mantıksız tümceleri oluşturamayacağımız kanaatindeydi. Buradan da 'mantıksal sözdizim' kavramını ortaya atar.  Mantıksal dilbilgine boyun eğen bir im dili arayışı içerisindedir Wittgenstein. Mantıksal sözdiziminin kuralları da kendiliğinden açık olmalıdır. Böyle düşünmesinin nedeni dili belirsiz (ambigious) tümcelerden arındırmak istemesidir.

Tractatus'ta tekçi ve özcü anlayış hakimdir. Wittgenstein tümcenin özünü bulma arayışı içindedir ve bu özün de mutlak surette yalın olması gerektiğini söylemektedir. Wittgenstein  mantıksal sorunların çözümlerinin yalın olması gerektiğini belirtir, çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar. Ona göre ''tümcenin ancak bir ve tek bir tam çözümlemesi vardır.'' Ünlü filozof dilde farklılıklara yer vermez. Çünkü mantığın tek bir sonucu vardır ve dile de mantık çerçevesinden bakılmalıdır.
Wittgenstein, Tractatus'ta dünyayı ancak dilimizin sınırları çerçevesinde anlamlandırabileceğimizi iddia eder. ''Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını imler.'' diyerek bu görüşünü açıkça belirtir.
Tractatus'taki düşünceleri şu şekilde özetleyebiliriz. Wittgenstein Tractatus adlı eserinde dilde birlik ve aynılık arar. Dil ve gerçeklik arasında bir bağ kurar bunun da tümce yoluyla olduğunu ileri sürer. Aynı zamanda dil konusunda özcü bir anlayışa sahiptir. Dili mantık çerçevesine oturtup bu şekilde inceler.

1933 senesinde öğrencilerine dikte ettiği Mavi Kitap adlı eserine 'bir sözcüğün anlamı nedir?' sorusuyla başlar. Bunu iki şekilde açıklar. Birincisi sözlü tanımlama ikincisi ise göstermeli tanımlamadır.  Wittgenstein göstermeli tanımlamayı sözlü tanımlamanın üstünde tutar. Bunu da şu şekilde açıklar: ''Sözlü tanımlama bizi hiçbir yere götürmez. Oysa göstermeli tanımlamada, anlamı anlamaya doğru çok daha gerçek bir adım atmış gibiyizdir.'' Yani bilinmeyen bir sözcüğün anlamını göstererek tanımlaya çalışırsak bu o sözcüğün anlamını anlamak için daha iyi bir yoldur. Tractatus'ta tekçi bir anlayışa sahip olan Wittgenstein bu eserinde bu anlayışını yavaş yavaş terk ediyor. Mavi Kitap'ta birçok sözcüğün kesin anlamının olmadığını söyler. Bunun da bir kusur oluşturmadığını iddia eder. Antik Yunan'dan beri tartışılan sözcüğün anlamının ne olduğu konusunda da ''Sözcükler, biri onlara ne anlam vermişse o anlama sahiptir.'' demektedir. Felsefe için kusursuz bir dil oluşturma çabalarına karşılık da sıradan dilin bir kusurunun olmadığını ifade etmektedir. Yani bir üst dil oluşturmaya lüzum yoktur. İkinci dönemini oluşturan dil oyunları anlayışının temellerin de Mavi Kitap'ta görmek mümkündür. Öncelikle dilleri bir aile birlikteliğine benzetmektedir. Bir aile içerisinde birbirine benzeyen bireyler vardır. Kiminin burnu kiminin gözleri birbirine benzemektedir. Fakat bu aile üyeleri için birbirinin aynısı diyebilir miyiz? Şüphesiz diyemeyiz. Diller de bir ailenin üyeleri gibidir. Birbirine benzer noktaları vardır lakin birbirinin aynısı olamazlar. Burada da tekçi anlayışından uzaklaştığını açıkça görüyoruz.

Mavi Kitap'tan yaklaşık bir sene sonra dikte ettirdiği Kahverengi Kitaba, Wittgenstein dil edinimi ile ilgili fikirleriyle başlamaktadır. Kahverengi Kitap adlı eserinde 'dil oyunları' terimine daha sık rastlamaktayız. Dil oyunları ona göre sözcüklerin ve tümcelerin kullanımının çeşitli bağlamlara göre değişmesidir. Tek bir sözcük bir tümceyi anlatabilir mesela. Bunların hepsi dil oyunlarını meydana getirir. Wittgenstein çocuklara anadillerinin bu dil oyunları ile öğretildiğini öne sürer Kahverengi Kitap'ta. Ayrıca Wittgenstein dil oyunlarını ''insan iletişiminin eksiksiz sistemleri olarak görüyor.'' Dil aslında dil oyunlarından oluştuğu için dilde sınırsız sayıda dil oyunu olabilir. Kahverengi Kitap'ta Wittgenstein bu dil oyunlarına verebildiği kadar örnek vermiştir.

İki farklı dönemin arasındaki bir geçiş dönemi olarak görülebilecek Mavi ve Kahverengi Kitap'ta değişimin birtakım izlerini görmek mümkün. Fakat bu yeni düşüncelerinin tam olgunlaşması Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde olmuştur.

Felsefi Soruşturmalar'da da dilin edinimi konusundaki fikirleri ön plana çıkmaktadır. Öncelikle dilin edinimi kavramını kullanmaz bunun yerine 'eğitim' ve 'yetiştirmek' sözcüklerini kullanır. Wittgenstein dilin edinimi sürecini çocuklara bakıcıları veya çevresindekilerin dili öğretmesi olarak görmektedir. Bu fikrini şu şekilde şekillendirir: '' ... Çocuklar bu etkinlikleri gerçekleştirmek, bu sırada bu sözcükleri kullanmak ve karşılarındakinin sözlerine böyle tepki vermek üzere yetiştirilir.'' Bu verilen eğitim de genellikle nesnelerin gösterimi yoluyla gerçekleşir. Çünkü nesneleri göstererek tanıtmak sözlü tanım yapmaktan daha sağlam bir yoldur. Çocuğu dili öğrenmesinde öğretmenin rolünü reddetmeyen Wittgenstein bu öğrenme sürecinde çocuğun tekrar ederek öğrenmeyi pekiştirdiğini düşünür. Yani önce gösterim sonra sözcüğün telaffuzu ve en sonunda da tekrar. İşte Wittgenstein'in 'dil oyunu' dediği şey bu süreçleri kapsayan bir etkinliktir. Bu süreçlerin hepsi birer dil oyunudur.

Wittgenstein'in meşhur 'alet kutusu' benzetmesini bu eserinde daha net olarak görürüz. Sözcüklerin işlevlerini bir alet kutusundaki aletlere benzeterek şöyle der: ''Bir alet kutusundaki aletleri düşün: Çekiç, kerpeten, testere, tornavida, cetvel, tutkal çanağı, tutkal, çiviler, vidalar... Bu nesnelerin işlevleri ne denli çeşitliyse, sözcüklerin işlevleri de o denli çeşitlidir.''  Dildeki tüm durumlar, örnekler vb. dilin aletlerinden saymak gerekir. Bu yolla karışıklıklardan kurtulabiliriz.

Tractatus'taki tekçi anlayıştan Felsefi Soruşturmalar'da dilin çeşitliliği düşüncesine geçtiğini belirtmiştik. Dildeki çeşitliliği şöyle bir örnekle açıklıyor Wittgenstein: ''Dilimiz eski bir şehir olarak görülebilir. Dar geçitler ve alanlardan, eski ve yeni evlerden, farklı dönemden eklentiler taşıyan evlerden oluşan bir labirent; çevresinde de düz ve düzenli caddeleri ve tek tip evleriyle pek çok yeni banliyo.'' Burada Wittgenstein'in vurgulamak istediği şudur; dil içinde eski ve yeni birçok unsur barındırır. Dile yeni sözcükler girebilir eski şeyler unutulabilir belli yapılar değişime uğrayabilir. Bunlar dili dil yapan unsurlardır. Bu yönüyle de dil kendi içerisinde de bir çeşitlilik arz eder. Yine aynı şekilde dilin farklılığını vurgulamak için ünlü 'oyun benzetmesini' de burada görmek mümkündür. Wittgenstein oyunları düşünmemizi ister. Mesela tahta oyunu sonra taş oyunları ya da kağıt oyunlarını. Bu oyunların hepsi birbiriyle aynı mıdır?Aslında değildir sadece benzerlikler vardır. Bir satrançla çocukların oynadığı tekerlemeli oyunlara aynıdır demek mümkün müdür? Değildir. Oyunlar birbirinin aynısı değildir sadece aralarında benzerlikler vardır. Diller de bu şekildedir. Aynı değil fakat benzerlikler vardır.

Wittgenstein Felsefi Soruştumalar ile birlikte dilin kültürel ve sosyal boyutuyla da ilgilenmiştir. Mesela '' Bir dil tasavvur etmek, bir yaşam biçimi tasavvur etmektir.'' demekle dilin sosyal boyutunu vurgular. Dilin bir yaşam biçimi olduğunu yine aynı eserin bir başka yerinde şu şekilde belirtir: '' Dil oyunu deyimi burada dilin konuşulmasının bir etkinliğin ya da bir yaşam biçiminin bir parçası olduğunu belirgin kılmalıdır.''

Sözcükleri nesnelerin adlandırılması olarak gören görüşe de bir eleştiri getirmektedir Wittgenstein. Yer yer bu eserinde bu görüşe karşı çıkmaktadır. Bir dilin sözcük haznesindeki sözcükler salt sözcük nesne eşleştirmesi değildir. Buna şu örnekle karşı çıkmaktadır: '' Salt ünlemleri bir düşünelim. Birinden tümüyle farklı işlevleriyle; Su!, kaç!, güzel! , hayır! bu sözcüklere hala nesnelerin adlandırılışları demek eğiliminde misin?''

Wittgenstein'e göre bir sözcüğün anlamı ve kullanımı farklı şeylerdir. Bir sözcüğün anlamını bilmek onun kullanımını bilmek demek değildir. Örneğin birisine satrançta 'şahı gösterebiliriz. Fakat bu sadece satrançtaki şahı temsil eden taşın karşıdakine tanıtılmasıdır. Oyundaki görevini ve hamlelerini ancak açıkladığımız zaman anlamlı kılarız. Yani bir şeyin anlamını bilmek onu nasıl kullanmamız gerektiğini bize söylemez. Ayrıca sözcüklerin kullanımı her yandan kurallarla sınırlı değildir. Bunu şu şekilde dile getirmektedir filozof: '' Kural, yol gösteren bir levha gibi durur orada. Tutmam gereken yol hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmaz mı? Yanından geçtikten sonra hangi yöne gitmem gerektiğini  caddeyi mi, patikayı mı izlemem, yoksa tarlaların içinden mi geçmem gerektiğini gösterir mi?'' Yani sözcüklerin kullanımında kural olabilir lakin buna her zaman harfiyen uyulması pek mümkün değildir.

Kısacası Felsefi Soruşturmalardaki düşüncelere baktığımız zaman şunları söyleyebiliriz; dilin edimsel kullanımı ön plandadır, dili her yönüyle kullanmak aslında bir dil oyunudur, bu dil oyununu oynamak insanın kendisini bir kültüre yerleştirmesidir, farklılık arayışı ön plandadır. Ayrıca dilin sosyal ve kültürel kullanımına da önem verilmiştir. Dil bir insan etkinliğidir.

Tractatus adlı eserinde mantıkçı ve tekçi bir anlayışla dile yaklaşan Wittgenstein geçiş dönemi sayılabilecek Mavi ve Kahverengi Kitapta yeni düşüncelerine de yer vermiştir. Fakat bu düşüncelerinin olgunlaşmış halini Felsefi Soruşturmalar adlı eserinde görmekteyiz. Görüyoruz ki birinci dönemi sayılan Tractatus ve ikinci dönemi olarak nitelendirilen Felsefi Soruşturmalar adlı eserlerinde dile karşı olan tutumu bir hayli değişiklik göstermektedir. Filozof bu eserleriyle ve düşünceleriyle de Dilbilim Felsefesine ve anlam olgusuna çok büyük katkıda bulunmuştur.


KAYNAKÇA
1) Wittgenstein, Ludwig.2013. Tractatus Logico-Philosophicus. (Oruç Aruoba Çev.) Metis Yayınları. İstanbul.
2) Wittgenstein, Ludwig.2011. Mavi Kitap, Kahverengi Kitap. (Doğan Şahiner Çev.) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul.
3) Wittgenstein, Ludwig. 2014. Felsefi Soruşturmalar. (Haluk Barışcan Çev.) Metis Yayınları. İstanbul.
4) Altuğ, Taylan. 2013. Dile Gelen Felsefe. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul.