3 Ocak 2014 Cuma

Dilbilimde Saussure Dönemi ve Sonrası

Dilbilim tarihinde önemli bir yer tutan tarihsel dilbilim döneminin sonlarına doğru özellikle Alman dilbilimcilerinin oluşturmuş olduğu bir ekol gözümüze çarpmaktadır.  Bunlar kendilerini Yeni-dilbilimciler (neo-grammarians) olarak adlandırdılar. Bu grubun içinde K.Brugmann, H. Paul gibi dilbilimciler vardır. Yeni-dilbilgiciler bilimsel ilkeleri dilbilime sokmaya çalışmışlardır. Bunlara göre diller son derece katı ve kesin yasalara göre gelişirler. Yeni-dilbilgicilerin bu denemesinden sonra dilbilimi bilimsel hala getirme çalışmaları hız kazanmıştır ve bunu da yirminci yüzyılın başında İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure yapmıştır.

Ferdinand de Saussure dilbilime getirdiği yenilikler ile hala modern dilbilimin kurucusu ünvanını taşımaktadır. Kendisi de aslında tarihsel dilbilim ekolünden çıkmıştır. O ortamda yetişmiştir. Tezi Sanskritçe üzerinedir. Fakat dilbilimin geçirdiği bu evreden rahatsız olmuş olacak ki verdiği derslerde dilbilime farklı açılardan yaklaşmıştır. Hayatında bu düşüncelerini sistemleştirip bir kitap halinde çıkartmamıştır. Muhtemelen dilbilim dünyasının buna hazır olmadığını düşündü ve aşırı tepki çekebileceğini hesaba kattı. Fakat ölümünden sonra öğrencilerinin tutmuş olduğu notları gözden geçirip düzenleyen Bally ve Sechehaye 1916 yılında Genel Dilbilim Dersleri altında bu notları yayınlamışlardır. Genel Dilbilim Dersleri altı kısımdan oluşmaktadır. Giriş kısmında kuralcı gramer, filoloji ve karşılaştırmalı dilbilgisinin eleştirisi yapılır. Kitabın ek kısmında ise sesbilim ilkelerinden bahsedilir. Daha sonra sırasıyla gösterge, eşsüremli dilbilgisi, dilsel değer gibi yeni kavramlardan bahsedilir.  Saussure düşüncelerinde dili tutarlı bir bütün olarak gören Wilhelm von Humboldt’tan, dilin toplumsal kısmının incelenmesi gerektiğine inanan William Dwight Whitney’dan ve dilin psikolojik ve ruhsal bir olgu olduğundan bahseden Jan Baudouin de Courtenay’dan bir hayli etkilenmiştir.  Saussure’e göre bir dil yetisi (langage) bir toplumsal dil (langue) ve bir de söz (parole)  vardır. Saussure dil yetisi olan langage ile ilgilenmez. O daha çok dilin toplumsal bir ürün olduğunu düşünür (collective mind). Bu görüşünde de ünlü Fransız sosyolog Emile Durkheim’dan etkilenmiştir. Saussure’e göre dil töz (substance) değil biçim (form)’dir. Yani dilin özdeği değil kurduğu ilişkiler önemlidir. Bunu çok meçhur satranç benzetmesi ile açıklamıştır. Satranç malzemelerinin neyden yapıldığının bir önemi yoktur. Fakat satranç sistemine bir taş eklesek ya da çıkartsak bu tamamen sistemi ilgilendirir. Genel Dilbilim Derslerinde üzerinde durulan bir diğer mühim konu da gösterge konusudur. Daha sonra kurulacak olan semiyoloji (göstergebilim) alanının temellerini bu derslerinde atmıştır Saussure. Günümüzde semiyoloji çalışan herkes başlangıç noktası olarak Saussure’ü temel almaktadır. Dilsel gösterge bir gösteren ve bir gösterilenden oluşur ve bunların arasındaki ilişki nedensizdir. Yani mantıklı bir bağ yoktur bir diğer deyişle uzlaşımsaldır. Saussure dillerin farklı dönemlerini karşılaştırmanın konuşucuya bir fayda getirmeyeceğine inanır o yüzden eş süremli dilbilim çalışmasını önermiştir. Buna göre dilin belli bir zaman diliminden bir kesit alıp o incelenmelidir. Saussure için dilsel değer de çok önemlidir. Bir dildeki her kelimenin farklı bir değeri vardır ve bu değer o kelimenin zıddı ile birlikte anlam ve değer kazanır. Tüm bunlar Saussure’ün dilbilime yaptığı katkılardır. Şüphesiz Saussure bu devrimi yapmamış olsaydı dilbilim hala bilim dünyasında kendine yer bulamamış olacaktı.

Saussure’ün başlattığı döneme yapısalcı dönem denmektedir. Saussure’ün ölümünden 1960’lı yıllara kadar bu ekol devam etmiştir ve gerek çeşitli dilbilim ekolleri/okulları gerekse kişisel dilbilimciler yapısalcı metotlarla çalışmalarına devam etmiş ve dilbilime katkı sağlamışlardır.

Şimdi de Saussure sonrası dilbilim okullarına göz atalım. Öncelikle Cenevre Dilbilim Okulundan bahsetmemiz gerekir. Bu okulu Saussure’ün yakın takipçileri olan Charles Bally, Albert Sechehaye ve Henri Frei kurmuştur. Çalışmalarını temel olarak Saussure’ün çizgisinde sürdürmüşlerdir.  Dilibilim Tarihinde çok önemli bir yer tutan diğer bir dilbilim çevresi de Prag Dilbilim Çevresidir. Bu okul 1926 yılında V. Mathesius tarafından kurulmuştur.  Roman Jacobson, Nikolai Trubetzkoy, Karcevski gibi ünlü dilbilimcileri çalışmalarıyla bu çevreye katkı sağlamışlardır. Prag Dilbilim Çevresi işlevsel dilbilimi savunur. Yani dilsel bir öğenin işlevini araştırırlar bunu yaparken de yapısalcı bir bakış açısıyla yaparlar. Bu ekol şiire ve yazınsal metine önem vermiştir. Bunları dil dışı öğelerden soyutlamışlar ve kendisi içerisinde öğeler arasındaki ilişkilere göre incelemişlerdir. Ayrıca dilleri bildirişim açısından incelemişlerdir. Bunun en önemli temsilcisi ise Jacobson’dur. İletişimin altı adet işlevini belirlemiştir. ( konuşucu, dinleyici, kod, bildiri, bağlam, kanal.) Trubetzkoy ise ses bilimsel çalışmaları ile tanınmıştır. Kopenhag Dilbilim Çevresi ise Viggo Brondal, Louis Hjelmslev ve Hars J. Uldall’ın çabaları ile kurulmuştur. Dile Prag Çevresi gibi sessel değil matematiksel ve mantıksal açıdan bakmışlardır. Özellikle Glosematik kavramını dilbilime katmışlardır. Bu ekol anlamsal düzleme daha çok ağırlık vermişlerdir. Buraya kadar gördüğümüz dil okullarının ortak yönü Avrupa’da etkin olmalarıdır. Fakat aynı zamanlarda başka bir kıtada da dil üzerine düşünülüyordu: Amerika. Amerikan Yapısalcılığı diye geçen dönem ise ikiye ayrılır. Bunun ilk dönemi anlıkçı (mentalist) yaklaşım ikinci dönemi ise mekanikçi (behaviorism) yaklaşımdır. İlk dönemin temsilcisi Franz Boas ve Edward Sapir’dir. Bu iki şahıs dilbilimciden çok bir antropolog ve etnologdur. Fakat dil ile kültür arasındaki bağ çok kuvvetli olduğu için dil hakkında da düşünmüşlerdir. Franz Boas yerli Amerikan dillerini incelemiş ve dil ile kültür arasında çok yakın bir ilişki olduğunu görmüştür. Aynı şekilde Boas’dan etkilenen Sapir de  bu yönde çalışmalar yapmış ve daha sonra Whorf ile birlikte yaptığı Sapir-Whorf hipotezi diye bir çalışma üretmişlerdir. Burada dil mi düşünceyi yoksa düşünce mi dili etkiler gibi sorulara cevap aramışlardır ve sonunda dil ile kültür ve düşüncenin birbirinden ayrılamayacağı kanısına varmışlardır. Tüm bu çalışmalar mentalist olgularla yapılmıştır. Bu mentalizm çağını Amerika’da yıkan adam ise Leonard Bloomfield adlı dilbilimcidir. Bloomfield Amerika’da davranışçılığın temsilcisidir. Pavlov’dan da etkilenen Bloomfield dili bir etki-tepki süreci olarak görür. Tamamen bilimsel metotlarla dil araştırmaları yapmaya çalışmıştır bunun için de tümevarım yöntemini kullanmıştır. Dilde nesnelliği aramıştır. Dilin toplumsal boyutunu reddetmiştir. Dağılımsal dilbilimin öncülerinden olmuştur. Buna göre dil öğelerinin metindeki dağılımlarına bakarak fonksiyonları belirlenmeye çalışılmıştır. Tüm bu sayılan ekoller ve çevreler yapısalcılığın ürünleridir. Yapısalcıl çalışmaları reddeden ve bu dönemi yıkan insan ise Üretici-dönüşümsel dilbilgisi fikrini ortaya atan Chomsky’dir. Yapısalcı dönemde bu çevrelere pek katılmamış ve kişisel olarak yapısalcı çalışmalarda bulunan kişiler de mevcuttur. Bunlar Andre Martinet, Otto Jespersen ve Emile Benveniste gibi dilbilimcilerdir. Bu dönemde Rus biçimciliğinden de bahsetmek lazım gelir. Özellikle Vladimir Propp ile gelişen bu akım yazınsal metinler üzerindeki çalışmaları ile ün kazanmıştır. Özellikle Propp’un Masalın Biçimbilimi adlı yapıtı bunun en güzel örneğidir. Rus biçimcilerine göre bir metin yazarından, mekandan, kültürel ve sosyal bağlamdan ayrı olarak kendi içinde incelenmelidir. Metinin içindeki öğelerin birbirleriyle olan ilişkilerinden incelemelerini sürdürmüşlerdir.

Chomsky yeni bir dönem açmış, dilde yapısalcı ve mekanik çalışmanın yapılamayacağını bunun yerine tümdengelim yöntemini uygulayarak dillerin evrensellik yönüne vurgu yapmak istemiştir. Özellikle dilde sözdizim çalışmalarına ağırlık vermiştir. Dilin sosyal bir boyutu olmadığını psikolojik bir boyutu olduğunu belirtmiştir. Evrensel gramer yasalarının olup olmadığını sorgulamış derin yapı ve yüzey yapı gibi ayrımlarıyla da buna katkıda bulunmuştur.

Göstergebilimin temelini Saussure’ün attığını daha önce belirtmiştik. Göstergebilimin temel kavramlarını Genel Dilbilim Derslerinde rahatlıkla görebiliriz. Fakat Saussure’den sonra da bir çok dilbilimci bu alana katkıda bulunmuştur. Bunların başlıcaları şunlardır: Roland Barthes, Charles Sanders Peirce , W. Morris, Algirdas Julien Greimas. Saussure dilibilimi göstergebilimin altına yerleştirir fakat Barthes’a göre durum tam tersidir. Tüm bu diliblimciler göstergebilimin şu anki durumuna gelmesine katkıda bulunmuşlardır.

Dilbilim dili incelediği için her zaman başka alanlarla iş birliği içerisinde bulunmuştur. Bunların başlıcaları: budunbilim, göstergebilim, uzamdilbilim, ruhdilbilim, toplumdilbilim, uygulamalı dilbilim…