25 Temmuz 2014 Cuma

Şemsettin Sami ve Dilbilim

Şemsettin Sami (1850-1904) Türk dil çalışmaları tarihinde şüphesiz çok önemli bir yer tutar. Tanzimat geleneğinin devam ettiği Meşrutiyet döneminde dil ile ilgili eserler veren Şemsettin Sami çok yönlü bir ilim adamıdır. Şemsettin Sami temel olarak leksikografi yani sözlükbilim alanında eser vermesiyle tanınır. Gerçekten de günümüzde bile edebiyat öğrencilerinin  ve Türk dili çalışanlarının ellerinden düşürmedikleri sözlük çalışmasına imza atmıştır. 1882 yılında Kamus-i Fransevi adında Fransızca-Türkçe ve Türkçe-Fransızca sözlük hazırlamıştır. 1889 senesinde ise Kamus-i Turki adlı sözlüğünü hazırlamış ve Türk diline kazandırmıştır. 

Şemseddin Sami'nin burada pek de bilinmeyen başka bir özelliğine değineceğiz. Dilbilimsel kimliğine. Osmanlı Devleti döneminde dilbilim çalışmaları Avrupa'da ve Amerika'da çok yoğun bir şekilde yapılmaktaydı. Özellikle dillerin tipolojik sınıflandırılması ve dil ailelerinin oluşturulması görevin üstlenen Tarihsel Dilbilim dönemi, bahsettiğimiz zamanlarda dilbilim çalışmalarının ana merkezini oluşturmaktaydı.  Fakat 20. yüzyılın başlarından itibaren dilbilime bilimsel bir bakış açısı kazandırmak için çeşitli çabalar harcandı. Ünlü İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure bunu dilbilim çalışmalarını yapısalcı bir çizgiye çekerek başarmıştır. Saussure'den sonra dilbilim, bilim hüviyetine bürünmüş ve çalışmalar yapısalcı çizgide devam etmiştir. İşte Şemseddin Sami'nin yaşadığı dönemde dilbilimin genel görünümü kısaca bu şekildedir.

Şemseddin Sami dil ile ilgili yapılan bu gelişmelere kayıtsız kalmamış ve 1886 yılında 96 sayfalık 'Lisan' adlı broşürünü yayınlamıştır. Bu eser Türkiye'de dilbilim alanında yazılmış ilk eser olma özelliğini göstermektedir. Gerçekten de o dönemde dilbilim için Avrupa ve Amerika'da kullanılan 'Lenguistik' kavramı geçen- bu eserden başka- bir esere rastlanmamıştır. Sami bu eserini 18 ana başlığa ayırmıştır. Eserde gerçekten de o dönemde Avrupa'da yapılan dil çalışmalarını etkileyen paradigmalardan bir hayli etkilenmiştir. Öncelikle 19. ve 20. yüzyıllarda dilbilimi etkileyen düşünce ve paradigmalardan bahsetmek gerekir.

19. Yüzyılda Darwin biyoloji alanında bir devrim yapmıştı. Evrim Teorisi ve Doğal Seçilim kavramlarını ortaya atarak türlerin sınıflandırılmasını yapmıştı. Canlıların ilkellikten mükemmelliğe doğru gidişini savunmuştur. O dönemde büyük yankı uyandıran bu düşünce bir çok bilimi de etkilemiştir. Yani o dönemin baskın paradigması olmuştur. Dilbilim de biyolojinin ve Darwin'in bu düşüncelerinden etkilenmiştir. Darwin canlıları sınıflandırırken her canlının bir atası bulunduğunu ve canlıların hiyerarşik biçimde birbirleri ile ilişkili olduğunu vurgulamıştır. Bu düşünce dilbilimde dil ailesi fikrini doğurmuştur. Gerçekten de o dönemde temel uğraş yeniden yapılandırma yolu ile bir proto dile yani ana dile ulaşma olmuştur. Dilbilimin o dönemde etkilendiği bir diğer paradigma ise fiziktir. Fizikteki kuvvet-hareket (force-motion) düşüncesi dilbilimde yerini ses değişikliğine bırakmıştır. Görüldüğü gibi bu iki alan o dönemde dilbilimi bir hayli etkilemiştir.

Yine tüm bu düşüncelerden etkilenilerek dilbilimciler dilin gelişimi ya da evrimi konusunda fikir beyan etmişlerdir. Dilin basitten gelişmişe mi ya da gelişmişten basite doğru mu gelişme gösterdiği hakkında çok ateşli tartışmalar yapılmıştır. Rasmus Rask gibi kimi dilbilimciler dilin gelişmişten basite doğru gittiğini öne sürmüş; Schleicher gibi bazı dilbilimciler de dilin basitten daha karmaşığa gittiğini öne sürmüşlerdir. Ayrıca bir dilin konuşulduğu toplumun ruh halini yansıttığı inancı da bir hayli yüksekti. Ayrıca bu dönemde ilkel dil ve ilkel toplum düşüncesi de vardı. Yani bazı diller diğerlerinden daha ilkel dolayısıyla da bu ilkel dili konuşan toplum da ilkel bir toplumdu. Elbette ki bu görüş modern dilbilim normları ile uyuşmaz.  

İşte bu dönemdeki bu tarz düşünceler Şemseddin Sami'yi de etkilemiştir. Gerçekten de Lisan adlı eserinde bunlardan bahsetmiştir. Bu da bize gösteriyor ki Sami yaşadığı dönemin dilbilim çalışmalarına kayıtsız kalmamıştır. Şimdi Lisan adlı eserinin önemli noktalarını ele alıp değerlendirme ve çıkarım yapma yoluna gidip Şemseddin Sami'nin dilbilim ve dil ile ilgili görüşlerini öğrenmeye çalışacağız.

''Dil Nedir?'' adlı bölümüyle kitaba başlayan yazar insan dilini hayvan dili ile ayırmış ve insana özgü olduğunun altını çizmiştir. Burada ayrıca ses ve yazı (ortography) kavramlarına da değinmiştir. İkisini de dilin bir yansıması olarak değerlendirmiştir. Bundan sonra eski medeniyetlerin dil çalışmalarını aktarmaya çalışmış ve bu hususta sadece basit dilbilgisi çalışmalarının ve diller içerisinde etimolojik çalışmaların yapıldığını öne sürmüştür. Eski medeniyetlerin kendi dillerinden başka dilleri de öğrenmeye yeltenmedikleri için suçlamış ve dilleri karşılaştırmanın insanın kendi dilini anlamasında çok önemli bir yer tuttuğunu da belirtmiştir. Böylece dönemin Karşılaştırmalı Dilbilgisi (Tarihsel Dilbilim) çalışmalarının Şemseddin Sami'nin eserinde de görebiliyoruz.

Eserin üçüncü bölümü ise direkt olarak ''Dilbilim'' başlığını almıştır. Dilbilimi insanbilimle sıkı ilişkide olduğunu belirttikten sonra şu satırları yazmaktadır: '' Avrupa dillerinde Linguistique olarak adlandırılmıştır ve diğer bir eserimde de sırası geldiğinde beyan etmiş olduğum gibi, dilimize ''ilmü'l-lisan'' terimiyle tercümesini uygun gördüm.'' Linguistics terimine Osmanlıca karşılık bulan ilk dil bilginidir Şemseddin Sami. Şemseddin Sami'ye göre insanın anahtarını dilbilim açmaktadır. Çünkü dil ile ilgili batıl inançları bilimsel kimliğiyle yok etmektedir bu bilim dalı. O dönemde bir çok şeyin hipotez evresinde kalmış olmasına rağmen bu hipotezlerin zamanla kanun şeklini alacağına olan inancını da aynı bölümde dile getirmiştir.

Avrupa ve Amerika'da dilbilimin ilerlemesinin sebebini, dili araştıran insanların hiç bilmedikleri yerlerin dillerini araştırma çabasına ve araştırdıktan sonra bu dil hakkında eser vermelerine bağlıyor. Daha sonra da ' Bizde Dilbilim' adlı dördüncü bölümüne geçiyor yazar. Bu bölümde Şemseddin Sami'den önce Türkiye topraklarında 'dilbilim' adının bile bulunmadığına şahitlik ediyoruz. Bu hususta yazar şöyle demektedir: '' Bizde bu bilim henüz meçhul olup, dilimizde bununla ilişkili, bir kaç sene evvel acizane yazmış olduğum  bir kaç makaleden başka bir şey yazılmamış olduğu, hala ismi bile bulunmamasından da anlaşılır.'' (syf:20) Yani anlıyoruz ki Osmanlı Devleti döneminde Anadolu topraklarında dilbilim adlı bir bilimden söz etmek mümkün değildir.

Daha sonra yazar fonetik ve fonolojik çıkarımlarda da bulunmaktadır. Öncelikle insan fizyolojik yapısının her millette farklı olduğunu belirtiyor ve çeşitli milletlere mensup insanların bir diğer milletin dilindeki sesleri çıkaramayacağını iddia ediyor. Buna örnek olarak da İngiliz'in th sesini ve Arapların ayın sesini örnek veriyor. Mesela bir Türk'ün bu sesleri çıkarmakta zorlanacaklarını hatta hiç çıkaramayacaklarını ileri sürüyor. Dilbilimin mikro bir alanı olan sesbilim ve sesbilgisi konusunda da Şemseddin Sami'nin fikir sahibi olduğu şaşırtıcıdır çünkü kendi dönemine kadar ülkesinde dilbilimin adı bile olmadığı göz önünde bulundurulursa bu bilgileri elde etmek için gerçekten çok fazla kişisel çaba gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Ses konusunda fikirlerini söylemeye devam eden Sami ses ve seda arasında da bir ayrıma gidiyor.  Bu hususta şunu söylüyor: '' seda doğaldır, ses ise yapay ve dolayısıyla öğrenmeyle ilişkilidir. '' (syf:30)  Buradan da anlıyoruz ki seda hayvanlara özgü ses ise insanlara özgüdür.  Sesin öğrenmeye bağlı olduğunu ise şu örneğe dayandırıyor: '' Arabistan'da büyüyen çocuğun boğazdan konuşması, İstanbul'da büyüyenin (s) ve (z) gibi harfleri telaffuz edememesi gibi haller bile sesin öğrenmeye bağlı olduğunu kanıtlayacak delillerdendir.'' (syf:31)

'Dilin İlk Ortaya Çıkışı' adlı bölümüne başlarken dünyadaki genel dilbilim düşüncesini dile getiriyor yazar.  Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 19. yüzyılda kavimlerin dili ile zeka düzeyleri bir tutuluyor ve ilkel dil/toplum ayrımı yapılıyordu. Şemseddin Sami de bu düşünceyi şu biçimde belirtiyor: '' Medeni milletler ile vahşi kavimler arasında dil bakımından pek büyük farklar görülmektedir.'' (syf:37) Daha sonra ise Avrupalı düşünürleri bir hayli meşgul eden dilin basitten-gelişmişe mi gelişmişten-basite mi gittiği tartışmasına değiniyor. Bu noktada Sami, dilin gelişimini insanlığın zeka gelişimiyle paralel göstermektedir. Yani ilk insanlar iptidai idi ve zeka düzeyi olarak düşüktü. Buna paralel olarak dilleri de ilkel ve basitti. Fakat zeka geliştikçe ve insan medeni bir vasıf kazanmaya başladıkça dil de karmaşık bir yapı almaya başlamıştır. Bu bölümü bitirirken de yazar dilin insandan önce asla ortaya çıkmadığının da altını çizerek belirtiyor.

''Dilin Ortaya Çıkış Biçimi'' adlı bölümünde ise Antik Yunan'dan beri tartışma konusu olan doğallık-uzlaşımlık konusuna değiniyor. Bu tartışma kısaca şunu içerir: ''İnsanlar neden ata at demiştir de boğa dememiştir?'' Yani isimlendirme sürecinde nesne ile ad arasında doğal bir bağ mı vardır yoksa insanlar arasındaki uzlaşma mıdır bu isimlendirme süreci? Antik Yunan'da Platon'un ünlü eseri Cratylus sadece bu konuyu kapsamaktadır. Bu tartışmayı Şemseddin Sami de eserinde dile getiriyor. Sami bu konuda kendi fikrini söylemekten çok dönemin bilim adamlarının fikirlerini ön plana çıkarmaktadır. Eskiden uzlaşımsal olarak kabul edilen bu durumun o dönemde çürütüldüğünü iddia eden yazar doğallık konusunda da olumsuz bir tutum takınıyor. Yani bu konuda kendi fikrini dile getirmiyor. Dilin ortaya çıkışını ise taklide bağlıyor.

Daha sonra dilleri üç biçimde tasnif ediyor Sami. Tek heceli diller, bitişkin diller ve bükümlü diller. Bunların sırasını da insanların gelişmişlik sırasıyla paralel görür. Yani tek heceli dil konuşan topluluk Bükümlü dil konuşandan daha az medenidir. Bu da yine dönemin yaygın görüşünün esere yansımasıdır. Akabinde dil ailelerine değinen bilgin diller arasında mutlaka benzerlikler olduğunu ve bu yüzden ortak bir dilden meydana gelmiş olmaları gerektiğini örneklerle açıklamaktadır.

''Dilin Ömrü'' adlı bölümde ise dikkate değer bir fikrini beyan ediyor. Günümüz modern dilbiliminde sıkça dile getirilen dilin değiştiği gerçeğini o yıllarda şöyle dile getirmektedir: '' Dilin ömrü de insanın ömrü gibidir. Çocukluğunda tanınan bir insan otuz yaşında ve yirmi yaşında tanınan bir delikanlı altmış yaşında görülürse, tanınamayacak kadar farklı bulunacağı gibi, bir dilin de birkaç yüzyıl zarfında anlaşılmayacak kadar değiştiği tecrübe edilmiştir.'' (syf:66) İşte bu tespit modern dilbilim savıyla birebir örtüşmektedir. Dil değişmesi doğaldır. Dili bir nehre benzetmek mümkündür. Bazen taşar bazen kurur fakat sonunda yolunu bulur. Bu yüzden dile müdahale etmek ya da etmeye çalışmak boşa bir uğraş olacaktır.

Eserinin sonlarına doğru ise Sami, tek heceli, bitişken ve bükümlü dillere örnekler vermektedir. Ve böylece eserini sonlandırmaktadır.


Görüldüğü gibi Şemseddin Sami Dilbilim terimini makalelerinde ve eserlerinde kullanan ve buna Osmanlıca terim bulan değerli bir dil bilginidir. Döneminin dil çalışmalarını titizlikle takip etmiş ve geçmişten dönemine kadar ki dil sorunları hakkında eserinde fikirlerini açıkça beyan etmiştir. Şemseddin Sami'nin bahsettiği hususlar zaten dilbilim tarihinin de büyük bir kısmını kapsamakta ve günümüzde de bunlar dilbilim öğrencilerine okutulmaktadır. Yani Şemseddin Sami Anadolu topraklarında dilbilimi konusunu gündeme getiren önemli bir figürdür dersek herhalde yanılmış olmayız.